3. Selimden Cumhuriyet’e Safranbolu’dan İstanbul’a Göçün Hikayesi
Bu yazının konusuna, dostum Mert CANAYAZ’ın bana gönderdiği ve aşağıda da tırnak içinde belirtmiş olduğum yazıyı okumamla karar verdik:
“Safranbolu halkının İstanbul’a fırıncı olarak göç etmesi oldukça iyi bilinen bir örnektir. Safranbolu kasabası, çevresini kuşatan yaklaşık 60 köy ve ovalarıyla bilinir. Kökeni çok eskidir. 16. yy. mahkeme kayıtlarında İstanbul’a Safranbolu ve Kastamonu ‘dan insanların yerleştiği yazar. Yerleşenlerin İstanbul ‘da börek, simit ve çörek üretip sattıkları biliniyor. 3. Selim ve 2. Mahmut zamanlarında ise kazançlarında artış olmuştur. Yine 1850’li yıllarda özellikle Haliç ve Eminönü civarında kayıkçılık yaptıkları bilgisi de vardır. 1860 ,’lata kadar varlığını önemli oranda devam ettiren bu göçmenler, İstanbul’da fırınları olan Arnavut ve Yunanlara karşı baskındılar ve İstanbul fırınlarının 3 / 5 ‘ı bunlara aitti…” Kaynak : Xavier de Planhol, Türkiye ‘de İşçi Göçü makalesi, Alp Coğrafya Dergisi, 1952
Ve bu satırları okur okumaz da Mert’e bu konu üzerine derinleşmemiz gerektiğini söyledim ve hemen araştırmalara başladık. Tam araştırmalara başladığımız sırada da Muharrem Coşkun beyefendi sosyal medya hesabında çok değerli bir kaynak paylaştı. Hemen kendisinden kaynağı rica ettim. O da sağolsun büyük memnuniyetle kabul etti. Peşinen, kendisine ve bu yazıyı oluştururken faydalandığım kaynakları hazırlayıp yayınlayanlara ve kaynak araştırmamda yardımı olan Mert CANAYAZ’a ve Muharrem COŞKUN Beye çok teşekkür ederim.
Bu yazıda 3. Selim Döneminden 1930’lu yıllara kadar olan süreçteki İstanbul’a göç ederek çoğunlukla fırıncılık yapan Safranbolulular’dan bahsedeceğiz ama önce fırıncılık mesleğinin en önemli unsuru olan ekmeğin diğer eski medeniyetlerdeki önemine de değinmeden geçmeyelim.
Ekmekçilik tarihi 8 bin yıl öncesinden; insanların hububatı taşlar arasında kırıp ufaladığı, sonra da bunlara su katıp elde ettiği hamuru yassı bir kaya üzerine yayarak ateşte pişirdiği günlere kadar uzanıyor.
Eski Mısır’da ekmek o kadar önemliymiş ki, ölenlerin mezarlarına bile bir parça ekmek konuyor, işçilerin maaşları ekmek üzerinden veriliyormuş. Yani düşünsenize, piramitleri inşa edenler emekleri karşılığında sadece ekmek almışlar. Hatta bir Mısırlının maddi durumu, o gün kaç somuna sahip olduğuyla ölçülüyormuş.
İlk çağlarda Akdeniz’de yapılan deniz ticareti, ekmeği Roma imparatorluğuna taşımış. Ve çok kısa bir zaman içinde, Yunanistan’da da Roma İmparatorluğu’nda da ekmek halkın başlıca gıda maddesi haline gelmiş. Bu yıllarda baskıdan, savaşmaktan ve vergilerden yorulan halkı memnun etmek için ekmek dağıtmak yeterliymiş. Yumurta ve yağ da katılınca işin rengi de kokusu da tadı da değişmiş; ekmek hem zenginin hem de fakirlerin sofrasını süslemiş…
Bu kısa bilgiden sonra asıl konumuza gelelim şimdi…
Efendim, 18. yüzyıldan başlayarak, III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde de devam eden ve 1850`den sonra artan İstanbul`a olan göç ile Safranbolulular, İstanbul’a yerleşmeye başlamışlar.
Üçüncü Selim zamanında yapılan göçler aslen eğitim ve memuriyet gibi sebeplerden kaynaklanmaktaymış. Fakat bu devirde kayıtlara geçen bir hadiseden de söz etmemek olmaz. Üçüncü Selim’in emriyle Beyazıt Cami müezzinliğine Safranbolu Kuzyaka köyünden Gök oğlu Osman Efendinin sesi güzel olduğu için bir beratla tayin ediliyor ve hemen ardından yine Kuzyaka’dan Fakih oğulları ve Ali Vezir oğullarından tayin edilenler oluyor. Bu da Safranbolu’dan İstanbul’a göç eden ailelerin ilk resmi kayıtlara geçen örneği oluyor.
Üçüncü Selim ve Abdülaziz dönemi arasında gerçekleşen göçler bu şekilde eğitim ve memuriyet gibi sebeplerle devam etmiş. Abdülaziz döneminde, Safranbolu köylerinin hemen hemen hepsinden İstanbul’a doğru göç akınlarının ardı kesilmez bir biçimde hız kazanmış.
Abdülaziz dönemindeki göçlere sebep olarak yönetimdeki sorunlar, kuraklık, arazinin verimsizliği, mültezimlerin halkı baskı altında tutması, artan nüfusa bağlı geçim sıkıntısı gibi durumlar gösterilebilir. Bunlara bağlı olarak da Safranbolu’da çiftçilik çekilmez hale gelmiş. Köylü, mültezimlere ve kasabalı tüccarlara borçlanmış. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi hükümet memurlarının illetleri, köylüyü canından bezdirmiş. Bunlara bir de geçim sıkıntısı eklenince köylüye meşakkat veren hayat, köylünün geçimini köyünden uzaklarda, taşı toprağı altın olarak bilinen İstanbul’da sağlamasına sebep olmuş böylelikle o tarihlerde Safranbolu’dan İstanbul’a göçler hız kazanmış.
Bu dönemde İstanbul’a gelen Safranbolu köylüleri, köy ve topraklarıyla olan bağını hiçbir surette kesmemiş, İstanbul’daki yeni kazançlarını, köylerindeki çiftçilikten oluşan zararlarını kapatmak için ek bir geçim kaynağı olarak benimseyip İstanbul, Safranbolu arasında gelip gitmişler.
Abdülaziz döneminde bu sebeplerle başlayan göçler Beşinci Muratla Abdülhamit döneminin ilk devirlerine kadar aynı hızda devam etmiş. Ancak Abdülhamit zamanında Safranbolu köylerinden özellikle Yörük Köyü’nden İstanbul’a doğru mühim bir göç akını başlamış. Bu akına sebep de Abdülaziz dönemindeki kötü idarenin misliyle daha da artması, devlette anarşinin hüküm sürüşü, amir ve memurların bilgisizliklerine eşlik eden zulüm ve yolsuzlukları ve derebeylerin halkın başına bela kesilmeleri, asker kaçaklarının soygunculukları bu devirde Anadolu’da halkı kasıp kavurmuş, halkı malından ve canından usandırmış.
Netice olarak zengin ve ağa sınıfları toplu göçlere ön ayak olmuşlar, Safranbolu köylerindeki orta sınıf ve çiftçiler ağalarıyla beraber İstabul’a göç yoluna düşmüşler.
Abdülhamit zamanında İstanbul’da kısmen sabit işlere yerleşen Safranbolulular köylerindeki düzenlerini buraya yerleştikten sonra bozmamışlar, topraklarına yine bağlı kalmakla beraber İstanbul’da ev bark edinmeye meyil göstermişler.
Bu durum Cumhuriyet kurulana dek aynı şekilde devam etmiş. Bunun neticesi olarak Galata Perşembe Pazarı, Beşiktaş Serence Bey Yokuşu, Kanlıca’da İskele Caddesi ile Fikir Tepesi, Çubuklu Yalı Boyu, Fatih’de Çarşamba, Şehremini’de Küçüksaray meydanı ve Ereğli Mahallesi’nin küçük bir kısmını göze çarpacak şekilde kaplamaya başlamışlar.
Safranbolu’dan İstanbul’a toplu göçlere ön ayak olan ailelerden bazılarının lakapları şunlarmış:
I – Çeyrek oğulları
II- Murat Oğulları
III – Garip Ağa Oğulları
IV – Kaymakçı Oğulları
V – İspa Oğulları
VI – Afat Oğulları
Bu aileler, Safranbolu’dan, İstanbul’a ilk göçen ailelerden. Hemen hemen hepsi İstanbul’da börekçiliği ve şekerciliği meslek edinmişler. Göçüp yerleşen ağalarının yanlarına gelen Safranbolu köylüleri de bu dönemde birer ikişer yerleşmeye başlamışlar. Ağaları da yeni gelen hemşerilerini hemen himayeleri altına almışlar.
Mesleklerinde doğruluğu ve temiz iş yapmayı prensip edindikleri için Safranboluların börekçilik ününü İstanbul’da kısa süre içeresinde “Meşhur Karaköy Poğaçacısı” olarak andırmış, bu şöhret sadece İstanbul sınırlarında kalmayıp Avrupa’da bile kendinden bahsettirmiş. Bu hızla kısa bir zamanda İstanbul’un Abdülhamit döneminde belli etmiş.
İkinci Abdülhamit zamanında İstanbul’a devam eden göçler, Meşrutiyet Dönemine kadar aynı hızla sürmüş.
Abdülaziz zamanında İstanbul’un muhtelif semtlerine yayılıp yerleşmiş olan Safranbolulular, İstanbul’a göç etmeye devam eden hemşerilerini himayeleri altına almaya devam etmişler. Onlara şekercilik, helvacılık, börekçilik ve simitçilik mesleklerinin tüm sırlarını kavratıp öğretmeye çalışmışlar.
Safranboluluların, hemşerilerine karşı yaptıkları bu açık kalplilik ve yardımı, kendilerinden olmayanlara mesela İstanbullulara göstermemişler. Çünkü o devirde İstanbulluların yabancılara ve bilhassa Anadolulara karşı olan davranışları dikkate alınacak olursa, Safranboluluların bu hareketleri normal karşılanacaktır.
O devirde İstanbul’a yerleşen Safranbolulular, İstanbulludan kız almadığı gibi bir İstanbullu ’da Safranbolulu ’ya kız vermemiş. Daha çok kendi aralarında evlenmeye devam etmişler böylelikle daha sıkı ve samimi bir şekilde kaynaşmışlar. Bu da Safranboluluların topraklarına olan bağlılıklarını kesmeyip; bilakis arttırmış, gelenek ve göreneklerine daha sıkı bağlı kalmışlar. Hatta o kadar ki İstanbul’un muhtelif semtlerine yerleşen Safranbolulular bilhassa kış mevsimlerinde yaptıkları gibi İstanbul’da da sık sık “helva sohbeti” gibi hemşerileri bir araya toplayan eğlenceleri tertip etmişler.
Hemşerilikten aile ocağına, aile ocağından da dışarıya iktisadi sahaya dökülen bu anlaşma ve kaynaşmalar İstanbul’da hemşerilik, sevgi ve yardımlaşmanın en hararetli ve parlak dönemi olmuş.
Beşinci Mehmet, zamanında börekçilik, şekercilik ve helvacılıktan sonra ekmek üretimi de Safranbolulular arasında revaç bulmaya başlamış. Fatih, Beşiktaş, Tophane semtlerinde Safranbolulu ekmekçiler ortaya çıkmaya başlamış.
Fatih’te Seymen oğulları, Beşiktaş’ta Murat ve Kurd oğulları ile Çeyrek oğulları gibi sayılı aileler bu mesleğe ilk adım atanlardan olmuşlar.
İtalya ve Balkan Savaşları’nda sonra ekmekçilik sahasında da Safranboluluların tutunabilmek için çaba sarf etmişler. Ancak bu sahada yabancılara ve azınlıklara mensup büyük sermayedarları karşılarında rakip bulan Safranboluluların şekercilik, simitçilik ve börekçilikte olduğu gibi bu sahada çabuk kalkınamamışlar.
İttihat ve Terakki döneminde ise Safranbolulular, İstanbul’dan göç eden azınlıkların yerlerini işletmişler ve kendilerine rakip olan yabancı sermayedarların göç etmesiyle rahat bir nefes almışlar.
Bu dönemde artan maliyetler sebebiyle Safranbolulular simitçilik ve börekçilik yerine ekmek üretimini tercih etmişler. Ayrıca ekmek üretimi konusunda tamamen rakipsiz kaldıkları için hükümetin de yardımıyla az zamanda büyük işler yapabilecek sermayelere sahip olmuşlar.
İtalya Harbinden bir az evvel simit satıcılığından, un ticaretine atılmış, un ticaretinden de milyonerliğe kadar yılmaz bir emekle Yörük köyü ahalisinden Seymen oğlu Ali efendi gibi bir iki kişi Türk ticaret aleminde kendilerine müstesna yer edinmişler.
Burada önemli ticari mevkilere sahip olan Safranbolulular yani fırın sahipleri olanlar; köylerine daha sıkı ve samimi bir şekilde bağlanmışlar, her yıl bağ bozumunda, köylerine giden ekmek ustaları, İstanbul’a dönüşlerinde köyde okuyan gençlere destek olmuşlar ailelerinin kışlık masraflarını da görerek katırcılar vasıtasıyla da kafile kafile İstanbul’a yollamışlar.
İstanbul’a çalışmak için gelen Safranbolulular kendileri dışından olanlarla pek irtibat kurmamışlar, gözlerini doğrudan ağasının yanında açmışlar.
Ağasına olan saygıları ana ve babasına olan saygı ve sadakatla bir olmuş. Ağasının yanında dürüst ve namuslu bir şekilde çalışmak Safranbolu’dan ağasının yanına gelen için birinci vazife olmuş. Ağası da onun İstanbuldaki her türlü ihtiyaçlarını, tütün, traş ve hamam parası gibi her türlü ihtiyaçlarını karşılamış.
Cumhuriyet kurulup 1930’lu yıllara geldiğimizde ise İstanbul’un en kalabalık semtlerinden olan Tahtakale’yi çoğunlukla Safranbolulular teşkil etmiş.
Yörüklüler, Kuzyakalılar, Bürnüklüler, Konarılılar, Çerçenliler, Akverenliler, Davutobalılar, Sırçalılar,Kirpeliler, Alörenliler, Oğulverenliler, Değirmencikliler, Pölütverenliler, Karapınarlılar, Yasıköylüler, Toprakcumalılar, Çıraklılar, Kadıbüklüler, Delleliler, Yaylalılar, Ilbarıtlılar, Hacılarobası, Çavuşlar, Sarıyanlılar, Boyalılar, Aktaşlılar, Kızılcaverenliler, Memüklüler, köylerindeki tertip üzere; hatta köylerinin birbirine olan yakınlık ve uzaklık mesafelerini dikkate alarak kahvelerini bir sıraya koymuşlar.
Tahtakale karakol sokağından çamaşırcılar sokağına, çamaşırcılar sokağından kahveciler sokağına, kahveciler sokağından da karakol sokağına kadar olan alanda han ve kahveler adeta bir Safranbolucukmuş.
Bu sokaklarda Safranboluların vakit geçirdikleri kahveler on bir adetmiş;
Pölütverenli küçük Mehmet 1 numaralı kahveyi, Memüklüden “Gavur Ali, 12 numaralı kahveyi, Yörüklü Saffet 20 numaralı kahveyi Karacatepeli İsmail 19 numaralı kahveyi. Eflanili İlyas 16 numaralı kahveyi, Eflani dahilinde Göllerli kocakulak Recep 11 numaralı kahveyi, Çiftlikli mirasyedi [dükkanın numarası yazmıyor], Abdullah Çavuş 9 numaralı kahveyi, Umarsı köylü İsmail [dükkanının numarası yoktur] kahvenin sahip ve kiracılarıymışlar.
Bir Yörük köylüsünün çıktığı bir kahveye, bir Memüklü köylüsünün çıkması, bir Memüklü köylüsünün çıktığı bir kahveye de bir Yörük köylüsünün çıkması nadiren karşılaşılan durumlardanmış.
Tahtakale kahvelerinde dikkat çeken bir durum da müşterek meslek meselesiymiş. Bu kahvelere giden Safranbolulu köylülerinin hemen hemen hepsi fırın işçisiymişler.
Bunların kimisi fırın tezgahtarı, tezgahtar yamağı, pişirici, yardımcı, yardımcı kalfaları, pasacı, hamurkar ve çırak… vs. gibi, bu mesleğin muhtelif alanlarında çalışan kimselermiş.
Bunlar yılın belli mevsimlerinde kısım kısım, İstanbul’a gelir, gene senenin belli mevsimlerinde bilhassa kasımdan bir ay evvel köylerine dönerlermiş.
Sılaya gitme mevsimi, bazen toplu bazen de münferit bir halde oluyormuş.
Kasımda gidenler arasında; bilhassa köyü ile manen alakasını hiçbir münasebetle kesmemiş olanların, köylerine dönüş mevsimiymiş. Bunların çoğunu da Safranbolu köylerinin orta sınıfına mensup ekmekçi ve börekçi ustaları ile fırın sahipleri teşkil ediyormuş.
Bunlar, bağ bozumu zamanına kadar köylerinin neşelerine iştirak ederek bağ bozumundan bir ay sonra İstanbul’a gene işleri başına dönerlermiş.
Ekmekciler cemiyetinin 1929 istatistiğine göre, İstanbul semtlerinde 123 ekmekçi, 80 simitçi ve börekçi fırını varmış. Bunların da gene bu istatistiğe göre 17si kapalıymış.
Bu fırınların dörtte ikisini Safranbolulular, dörtte biri Trabzon ve Rizeliler dörtte birini de Arnavut ve Rumlar teşkil ediyorlarmış…
Yazıyı burada noktalıyor ve okuduğunuz için teşekkürlerimi sunuyorum.
Ben de bir Eflanili olarak yazıyı dikkatle okudum ve çok memnun oldum. Teşekkürler.